Nazi katliamından kurtulmayı başaran Belaruslu bir Yahudi çocuğu, nasıl oldu da Hitler’in propaganda filmlerinde başrol oyuncusu oldu?

İkinci Dünya Savaşı’nın en karanlık dönemlerinden birinde, 1942 yılının hemen başlarında bir kış gecesinde, Naziler Rusya’da bir Yahudi köyüne girer ve bin altıyüz kişiyi birkaç saat içinde katleder. Bu katliamdan, bir çocuk kaçarak kurtulmayı başarır. İsimsiz, beş yaşlarında bir çocuk…
Çocuk, ailesinin de içlerinde bulunduğu yüzlerce kişinin öldürülüşüne tanık olduktan sonra bir de aylarca soğuk Rus ormanlarında saklanmak ve yaşam mücadelesi vermek zorunda kalır. Ormanda karşısına çıkan ölmüş bir askerin paltosu ve beresini “çalarak” soğuktan kendini korumaya ve hayata tutunmaya çalışır. Uzunca bir zaman sonra bir gün -artık açlıktan ölmek üzereyken- Nazilerin Fırtına Birlikleri’ne katılmış olan, Letonya Polis Taburu’nun askerleri onu bulur. Tabur çavuşu merhamet duygusuna “yenilir” ve bu Yahudi çocuğunu oracıkta vurup öldürmektense, komutanın da onayıyla yanlarına almaya karar verir. Öte yandan tedirgindir de. Çocuğu güzelce tembihler: Adını ve kim olduğunu unut! Yahudi olduğunu ne olursa olsun asla kimseye söyleme…
Çavuş çocuğa yeni bir doğum tarihi uydurur ve yeni bir de isim verir. Yetim kalan Rus Yahudisi, artık Letonyalı çocuk asker “Uldis Kurzemnieks” olmuştur.
Çocuk, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilecek yaşta değildir ve hisleriyle, aç ve açıkta kalmaktansa, ona yiyecek ve barınak sağlayabilecek bu insanlara sığınmayı kabul eder, çavuşun ve komutanın tembihlerine harfiyen uyar. Aslında zaten çok fazla da seçeneği yoktur…
Çocuk, soğuk ormanda ölüm kalım savaşı verdiği o uzun süreden ve Letonyalı Nazi askerlerinin ardı arkası kesilmeyen katliamlarına tek tek şahit olduktan sonra, gerçek kimliğini tamamen unutur. Bu duruma, sonraki yıllar boyunca da akıl sır erdiremez ama gerçek adı tamamen hafızasından silinmiştir.

Zamanla hem askerler çocuğu hem çocuk onları benimser. Çocuğa bedenine uygun asker üniformaları hazırlanır, bazen silahla oynamasına izin verilir, hatta silahlı ve üniformalı fotoğrafları çekilir hatıra olsun diye. Çocuk tam manasıyla birliğin maskotu haline gelir. Yakılan köyleri, sinagogları, bir meşale gibi yere devrilen insanları seyreder aylarca. Birliktekiler ara sıra kendilerine “eğlence” çıkarmak için çocuğu kullanırlar. Toplama kampına yürütülen insanların karşısına geçip alaycı bir şekilde şekerleme yemesini, sonra şımarık bir çocuk gibi onları da yemeye zorlamasını söyler askerler ona. Bir başka sefer, genç bir kızı ellerinde çiçekler ve çocuk şirinliğiyle askerlerin olduğu yere doğru çeker; tabii yine onların zorlamasıyla. Nihayet “kariyerinde” zirve yapar ve Hitler’in propaganda filmlerinden birinde oynar. Sarışın kız çocuklarıyla çayırda koşturan “Aryan” ırktan üniformalı bir çocuk rolündedir bu filmde. Hayatını kurtaran çavuş ve tabur komutanından başka hiçkimse, rejimin simge çocuklarından biri haline gelen yetim Uldis’in gerçek kimliğini bilmez.
1943 senesinin sonlarına doğru Naziler Wolichow’da yenilgiye uğradıklarında komutan çocuğu bir çikolata imalatçısının himayesinde, Hamburg’daki bir mülteci kampına gönderir. Adam çocuğu evlatlık olarak alır ve ailesine dahil eder. Bu aileyle birlikte bir müddet mülteci olarak Hamburg’da yaşarlar ve savaşın bitiminden bir süre sonra da Avusturalya’ya göç ederler.
Artık Yeni İsmi “Alex Kurzem” Olmuştur…
Alex Avusturalya’ya da, yeni ailesine de alışır alışmasına, ama çocuk yaşta yaşadığı korkunç anılar gözlerinin önünden yıllarca gitmez. Kimselere de anlatamaz, sırrını yıllarca saklar. İlk gençliğinde birkaç farklı iş yaptıktan sonra, Melbourne’da televizyon tamirciliğine başlar ve evlenir. Eşi Patricia ve üç oğullarıyla mütevazi ve mutlu sayılabilecek bir hayat yaşarlar ancak Alex’in yükü her geçen sene daha da ağırlaşır. Bir yandan yaşadıklarının ağırlığından kurtulma isteği, öte yandan vicdan muhasebesi, yaşananlarda payının olup olmadığına yıllarca karar verememesi Alex’i için için yer bitirir. Ta ki 1997 yılında doktorlar ona kanser teşhisi koyana kadar…
Alex, oğlu Mark’a durumu açar ve bütün anılarını anlatmak istediğini, ölmeden önce köyüne gidip topraklarını, bulabilirse ailesinin mezarını ziyaret etmek istediğini söyler.
Oğlunun yardımıyla hem anılarını anlattığı bir kitap yazmaya, hem de eldeki bilgilerle yeni bulduklarını birleştirerek kaybolan kimliğini ve doğduğu toprakları aramaya koyulurlar. Nihayet doğduğu köyü bulurlar. Alex, köyde katledilen bin altıyüz kişi anısına yapılmış bir anıtmezarda, katliam sırasında saklandığı yerden Nazi kurşunlarıyla yere yığılışını izlemek zorunda kaldığı anneciği Chana’nın mezartaşını bulur ve çiçek bırakır. Dahası, köylüler onun da ölmüş olduğunu varsaydığından kendi mezartaşını da bulur ve ona da çiçek bırakır. Bunu “hayatımın en zor anlarından biriydi” diye anlatır hatıralarında. Fakat ilginçtir, babası Solomon Galperin’in mezartaşı yoktur anıtmezarda. Zira, Solomon da katliamdan kurtulmayı başarmış, sonrasında Sovyet birliklerine katılmış, Naziler tarafından yakalanıp Auschwitz toplama kampına gönderilmiş, orada da sağ kalmayı başarmış, savaşın bitiminden sonra tekrar evlenmiş ve 1975 yılında, en büyük oğlunun hayatta olduğunu bilmeden de ölmüştür.

Alex, tam elli beş sene boyunca taşıdığı ağır yükünden kurtulmuştur. Vicdan muhasebesi hiç bitmez ama en azından artık bu yükü tek başına taşımak zorunda değildir. Birkaç sene sonra, 2003 yılında hayat arkadaşı Patricia’yı, 2010 yılında da anılarını yazmakta ve kaybolan kimliğini bulmakta ona yardımcı olan oğlu Mark’ı kaybeder.
Alex mi?
Halen Melbourne’de hayatına devam ediyor. Gerçek adının Ilya olduğunu artık biliyor, yaşının ise 84 olduğunu tahmin ediyor…
*** *** *** *** ***
Alex’in hikayesi beni çok düşündürdü. İnsan, çocuk yaşta yaptıklarından, üstelik de zorlamayla yapmak zorunda bırakıldıklarından sorumlu tutulabilir mi? Kimse onu bu sebepten suçlamasa bile, o kendi kendini suçlayıp vicdan azabı çekebilir mi?
Hayat Alex’e çok adil davranmamış, bu kesin. Ama acaba tüm bunları yaşamak zorunda kalacağını bilseydi, o katliamdan kurtulmuş olmayı yine de diler miydi?
Alex bugün belki de Belarus’un bir köyünde yaşayan, Rusça konuşan Galperin isimli bir adam olacakken, kaderinin çizdiği yol neticesinde dünyanın öbür ucunda, Avusturalya’da, İngilizce konuşan Kurzem isimli biri olarak hayatının son günlerini yaşıyor.
Hitler’in propaganda simgesi, Aryan ırktan (!) bir Yahudi çocuğunun “kaçmakla” başlayan hayat hikayesi, bütün bir ömür boyunca da benzer şekilde devam ediyor:
Anılarından kaçarak…

↓ YAZIYI PAYLAŞIN